Alman Bir Annenin Gözünden Türk Anneler

Beğenerek takip ettiğim blogların başında geliyor Blogcu Anne. Ve yine çok beğendiğim bir yazısını paylaşmak istiyorum. Türk anneler nasıl ki yabancı anneleri eleştirme hakkını kendilerinde görüyorlarsa, unutmasınlar ki başka ülkelerden anneler de Türk anneleri eleştirme hakkına sahipler. Sonuçta karşıdan bakınca yurdum çocuklarının daha ZOR olmalarındaki sebebini ben de ebeveynler olarak görüyorum. Burundan kıl aldırmamayı bırakıp bence biraz eleştirilere kulak vermeli Türk anneler.
Blogcu Anne Elif Doğan'ın yazısı;
''Birkaç ara Alman anneler ne yapıyor ediyor da çocukları daha rahat, daha söz dinler, daha özgür yetiştiriyorlar diye. Sonrasında Kendi İzini Süren Deli de güzel bir yazı yazmıştı bunun hakkında. Ben de Türkiye’de yaşayan bir Alman anne tanıdığıma fikrini sordum. O da mükemmel Türkçesiyle üşenmedi, yazdı. Sağ olsun. Noktasına, virgülüne dokunmadan yayınlıyorum.
Türk anneler neyi farklı yapar?
Arkadaşım Elif bana bu soruyu sorduğunda, ilk tepkim “neredeyse herşeyi” oldu.  Bu tabii ki abartılıdır.  Ancak gerçekten, bir yabancı olarak izleyebildiğim kadarıyla, Türk annelik “stili” Avrupada’kinden önemli bir derecede farklıdır.  Ben kimim de öyle bir şey iddia edeyim? Almanım.  Eşim Türk, altı yıldır İstanbul’da yaşıyoruz.  9 yaşında bir kızımız var, Türk bir özel okulun dördüncü sınıf öğrencisidir.
İzlenimleri biraz detayli bir şekilde iletmeden önce bir uyarıda bulunmak istiyorum:  Benim günlük hayatımda iletişim kurduğum anneler, büyük ihtimalle Türkiye genelin “ortalamasını” gerçek anlamda temsil etmiyor.  Çoğu çünkü en üst sosyoekonomik tabakalardan, ve belli davranışları Türk olduklarından daha çok toplumdaki konumlarından kaynaklanıyor olabilir.  Ama yine de, bazı özelliklerin birçok Türk anne için geçerli olduğunu sanıyorum.
İlk Türkiye’ye geldiğim günden beri bir şey benim için çok belliydi: Çocuklar bu toplumda genel olarak çok seviliyor – ve sadece kendi ailelerin tarafından değil.  Almanya’da, iki tane büyükçe köpeğiniz varsa belki ev kiralamakta biraz zorlanabilirsiniz, ama iki küçük çocuğunuz varsa durumunuz gerçekten berbat.  Sürekli “çocuk gürültüsü” hakkında davalı oluyor insanlar.  Bu tarz şeylerle Türkiye’de karşılaşacağımı hiç düşünemiyorum.  Türk anneler de, tabii ki, buna istisna değildir; genel olarak, kendi (ve başkaların) çocuklarını çok severler, ve onlar için en iyisini isterler – en iyi ortam, en sağlıklı yaşam.  Özellikle yemek konusunda çoğu çok hassastır, ve muhteşem bir şekilde ufak çocuklara meyve-sebze yedirmeyi beceriyorlar genellikle. (Sırrınız nedir, bayanlar?)
Ancak bu istek, yani çocuk için en iyisini yapmak, bazen ters sonuçları verebilir.  Mesela, birçok Türk anne, Avrupa standartlarına göre aşırı koruyucudur. “Aman üşümesin çocuk”: dışarısı onbeş derece ise, ve 7-8 yaşında bir çocuk kar montu, bere, atkı ve eldiven ile dolaşıyorsa, onun annesinin Türk olduğundan gayet emin olabilirsiniz.  Çocuğun kendisinin, bu arada, çok ufak olmazsa da, genellikle fazla sözü geçmiyor bu konuda: “Sen çocuksun, ne anlarsın ki?”  Birçok burada tanıştığım anne, çocuklarını sadece giyim konusunda değil, genel anlamda da fazla ciddiye almıyor gibime geliyor maalesef.  Çocuklara sık sık çok güzel, çok değerli, ama bilinçsiz biblo oldukları gibi yaklaşıyorlar.
Çok güzel, değerli ve bilinçsiz olduğundan, çocuğu tabii ki hiç bir şekilde üzmemek gerekir.  Çocuk evde kral/prenses oluyor. Zor olabilecek herhangi duruma sokulmuyor: tek başına uyumak istemiyor mu canım – anne tabii ki yanında yatar (okul çağına kadar gerekirse).  Çocuk okula alışmakta zorlanıyor mu – anne haftalarca okul bahçesinde bekliyor.  Çocuk ne isterse, o alınır.  Çocuk ne zaman yatmak isterse, o zaman yatar: “Keşke benimki biraz daha erken yatsaydı, akşamları biraz daha fazla zaman bize de kalsaydı…” Böyle bir şıkayet ilk defa Türkiye’de duydum.  Kusura bakmayın, ama benim dünyada, çocuğun yatma saatine hala anne-baba karar veriyor…  Bazı tanıdıklarım ciddi ciddi iddia ederler ki, çocuklara sınır koymak onların yaratıcılığını ve ilerideki başarılarını kısıtlamak demektir.  O çocukların “yaratıcılığı” (terbiyesizliği), tatil köylerin restoranlarında sonra çok güzel bir şekilde izlenebilir.
İlginç bir şekilde, Türk annelerin koruyuculuğu, çok önemli bir alanda devamını bulamıyor.  Trafikte, yani araçların içinde, çocukların güvenliğine genel olarak çok az önem veriliyor. Bu konuda, benim çevremdeki “A/B” anneler biraz ortalamasının üstüne çıkarlar, çünkü buralarda en azından bebekler genellikle çocuk koltuklarının içine oturtulur.  Ancak genel olarak, annelerin kucağında oturan ufaklıkları veya arka (ya da ön) koltuğunda tırmanış egzersizlerinde bulunan ilkokul çağındaki çocukları sürekli görürüm.  O da beni bir anne olarak çok üzüyor.  Ve sık sık, asıl nedenin yine “üzmemekte” olduğunu düşünüyorum.  Çünkü küçük bir çocuk, çoğu zaman çocuk koltuğun içine oturmak istemez – onun güvenliği için onu üzmek gerekir işte, ve birçok anne buna kıyamıyor.
Aynı şekilde, anneler kıyamadığı için, birçok çocuk, sorumluluk almayı hiç bir zaman öğrenemiyor. Unutulan ödevi, liseli çocuğun bile peşinden okula götürülür.  Üniversiteli bile, sabahları anne tarafından uyandırılır.  Çocuk, kendi hatalı davranışların sonuçları yaşamadığı için, onlardan öğrenemiyor ve bir noktada – belki yurtdışındaki üniversitesinde, belki de iş hayatına başladığında – aniden çok sert bir “gerçek dünya” ile yüzleşmek zorunda.
Evdeki bibloları nasıl yardımcı bayan temizlerse, çocukların bakımı da mümkün olduğu kadarıyle “dışarı yaptırılır”.  Birçok ailede, bebek gece ağlarsa, anne (ya da baba) değil, bakıcı kalkıp onu tekrar uyutur. Bence bu korkunç bir şey,  ve sadece ikisinin çalıştığı ailelerde de olmuyor.  Bazen aile tatillerine bile dadı götürülür ki anne-baba gece hayatından vazgeçmek zorunda kalmasın diye.  Bakıcılara da çoğu zaman gerçek anlamda otorite verilmez; çocukları meşgul etsinler yeter.  Bazı çocukların “ablalarıyla” konuşmalarını duyduğumda ağzım açık durdum: “Getir şunu.  Ne kadar aptalsın ya…”.  Bu şekilde otoritesiz dadıların tarafından büyütülen çocuklarıyla, tabii ki bir noktadan sonra anne-babaların da otoritesi kalmaz.  Öylece, çocuk daha ikinci-üçüncü sınıftayken, ona ders çalıştırmak için eve hoca tutuluyor: “Ben oturtamam ki…”.
Bazen onun da bahane olduğundan şüpheleniyorum.  Çünkü okul konusunda, benim bahsettiğim anne tipi, ikiye bölünüyor. Bir kısım, çocuğu ciddiye almadıkları gibi, onun okul sürecine de öyle yaklaşır, ve okulu evdeki bakıcının bir uzantısını gibi algılıyor.  Okuldan şıkayetçi olabilirler “yine çok az kişi Robert’e sokmuşlar!”, ama aslında bütün okul meselesiyle mesgul olmak istemezler. Ben yıllardır kızımın okulundan yeterince geri bildirimi almadığım için şıkayetçıydım; mesela, ben yazılı sınavın kendisini görmek isterdim, ve kızımın verdiği cevapları – sorun varsa, onun tam nerede olduğunu anlayabilmek için.  Meğer, bunu isteyen çok az veli varmış; ilgisizlik işte.
Öbür ucunda, annelerin ikinci kısmı var: “süper çocuk” yetiştirmeyi çalışanlar.  Dört yaşından itibarıyle eve İngilizce hocası geliyor, dokuz yaşına geldiğinde çocuğun haftaiçi bir tane olsa da “boş” gün kalmıyor: tenisten basketbola, piyanodan resim dersine.  Sonra hocalar, dershaneler…  Öyle anneler varmış ki, her haftasonu çocukla beraber dershaneye gidip oturuyorlar, çocuk için not alıyorlar, kendi yetişemez diye.  Tabii ki, bunlara bulunduğumuz sistemin büyük bir katkısı var, bir şey demiyorum.  Ben de, hiç istemediğim halde, kızıma okul ve not konusunda belli bir baskı uygulamak zorundayım – belki de gerçekten liseyi burslu okuyabilir?  (Almanyada, kesinlikle öyle olmazdım, çünkü okul bedava ya…) Yurtdışında iyi bir üniversiteye girmek için de okul dışında yapılan etkinliklerin belli bir önemi vardır.  Ama o kadar da değil, lütfen!
Son olarak, çocuklar için en iyisini istedikleri için, Türk annelerin birçoğu da (bana göre) aşırı bir derecede doktorlara, psikologlara, öğretmenlere vs. dayanıyor.  Uzmanların dedikleri kesinlikle tartışılmaz, sorgulanamaz.  Bu doğum yapmakta başlıyor.  Çocuğumu Hollanda’da normal, ilaçsız ve doktorsuz bir şekilde, ebenin yardımı ile doğurduğumu anlattığımda, bana genellikle başka bir gezegenden geliyormuşum gibi bakıyorlar.  “Epiduralsız mı yani? Ben dayanacağımı hiç zannetmiyorum…”.  Problem orada işte – birçok Türk anne, kendi gücüne, dayanıklığına (ve içgüdüne) yeterince güvenmedikleri için, sürekli yardım için başkalarına bakıyorlar. Bence, burada biraz daha fazla özgüveni çok yerinde olur.  Sonuçta “Mommy always knows best – gerekli olanı daima en iyi anne bilir!”, dünyadaki gibi, Türkiye’de de öyle.
Tekrarlamakta fayda var – bütün bunlar benim tamamen sübjektif izlenimler.  Onların hangileri ne kadar tipik olduklarını bilemiyorum. Yine de, sizlerle paylaşayım dedim.  Okuduğunuz için teşekkür ederim.''
Blogcu Anne'den alıntıdır 
Share:

0 yorum:

Yorum Gönder